ENRON / 10 YIL SONRA : HATIRLANACAK DERSLER...
Geçmişini hatırlamayanlar, onu tekrar etmeye mahkumdurlar - George Santayana : 1863 - 1952
ENRON Olayı diye adlandırılan, muhasebe ve denetim skandalının üzerinden tam 10 yıl geçti.
Başlıkta yer alan şair deyişine sadece on yıl sonra başvurma gereksinimini hissetme aslında bir ironi değil mi?
Hatta bu bağlamda, toplumumuzda pek sık kullanılan bir özdeyişi de bu arada biraz değiştirerek belirtmek mümkün:
Tarih sadece tekrardan (mı) ibarettir, eğer ibret alınıp dersler çıkarılsaydı
hiç tekrar eder miydi?
Muhasebe-Denetim-Yönetim ilkelerine / uygulamalarına yepyeni bir anlayış ve
düzenlemeler getirilmesine neden olan bu olay, dünyada ve özellikle ülkemizde
acaba yeterince özümlendi, ders çıkarıldı ve olayı izleyen şu 10 yıllık dönemin
getirdiği olumlu gelişme arzularına gereken değer verildi mi? Bu iddialı soruyu
ve cevabını yorumlamak, sanırım tam da yeni TTK (Türk Ticaret Kanunu) açısından
hararetli tartışmaların (!) yapıldığı, Yasanın henüz uygulamaya geçilmeden,
yeniden şekillendirilmeye (!) çalışıldığı bir ortamda daha da anlamlı olacaktır.
ABDde yayımlanan The CPA Journaldaki (Mayıs 2012 / sayfa: 16-23), ENRON / Ten Years Later: Lessons To Remember başlıklı ve ABD / Villanova Üniversitesinden Prof. Dr. Anthony H. Catanach, Jr. ve yine ABD / Pennsylvania Üniversitesinden Prof. Dr. J. Edward Ketz imzalarını taşıyan mükemmel makale konuya güzel ve kapsamlı bir açıklama getirmektedir. Dilerseniz, yazarların bu harika makalesinden kimi zaman birebir alıntılar yaparak konuyu bir de biz irdeleyelim ve özellikle günümüz Türkiye gelişmelerine ve tartışmalarına ışık tutmaya, katkı sağlamaya çalışalım...
Öncelikle, 10-11 yıl geriye, 2001 yılının ikinci yarısına gidelim. [ Yazarın
anımsatma ve bilgi tazeleme notu: Houston, Texas / ABDde kurulu , elektrik -
doğal gaz - iletişim - selluloz ve kağıt sektörlerindeki faaliyetleri ile dev
bir yapıda olan Enron, 20,000 çalışanı ve 101 milyar dolarlık toplam gelir
düzeyi ile 1990lı yılların en güzide ve en değerli şirketlerinden biri; ve
Arthur Andersen şirketi de muhasebe-denetim-müşavirlik sektörünün en köklüsü ve
başta geleni, en büyüklerinden biri, dünya çapında faaliyet gösteren bir devi
idi !... Ve başka bir deyişle yine 1990lara atıfta bulunursak, o yıllarda lise
- üniversite eğitimi almakta olanlar şimdilerde belki de muhasebe ve denetim
sektöründe kıdemli olmaya başladılar !... ] Enron Olayını çok özetle
hatırlarsak ve yeniden adlandırırsak, bu olgu, Enron Şirketi yönetimi /
ortakları tarafından gerçek finansal durumu değiştirme / saklama ve Denetim
Şirketi (Arthur Andersen)in ilgili denetim yetersizliği / hatası şeklinde
tanımlanmaktadır. Bu olguyu temelinde nitelendiren tanım ise, etik olmayan /
etik dışı ile yasal olmayan / gayri kanuni arasındaki ince (!) ve aslında bir
o kadar da kalın (!) olan çizgi idi
Ve olayı izleyen dönemdeki çok boyutlu
sektörel (denetim ve yönetim standartları / ilkeleri / uygulamalarına ilişkin)
gelişmeler bir anlamda bu çeşit skandalların (!) tekrarlanmaması için oluştu
Böylece, ABDde ve Dünyanın çok ülkesinde, muhasebe ve raporlamada hileli,
etik dışı uygulamalar için engel oluşturacak ve şirket yönetimi / denetimi
açısından bu uygulamaları önlemeye çalışacak bir etik atmosferin oluşturulması
gayretleri yoğun biçimde ele alındı, yasalaştırıldı, izlendi
Aslında, Enron ve Arthur Andersen skandalı gibi çok ciddi bir olayın /
gerçeğin ortaya çıkmasının yaşandığı 2000li yılların başından evvel, çok önceki
yıllarda da hileli - üzerinde oynanmış - uygunsuz - gerçek dışı muhasebe
uygulamalarının, mali veri ve sonuçların sektörde var olduğu hususunda kuşkular
ve olgular yaşanıp geliniyordu. 1960 ve 1970li yıllarda, ve hatta çok önceleri
1930lu yıllarda, bu çeşit sapma ve saptırmaların yoğun biçimde var olduğu,
giderek etik atmosferin hızla azaldığı, yok olduğu ve bu hususun 1990lı
yıllarda iyice kendini gösterdiği bir gerçekti. Bu anlamda, aslında 1990lı
yıllarda gelinen ortamın Enron - Arthur Andersen olayına zemin hazırladığını
iddia etmek bile mümkündür. Ve ne yazıktır ki, muhasebe ve denetim firmaları
bu hususları ya görmemiş, ya görememiş, ya da göz yummuştu !... Belki biraz
insaflı bir yaklaşım ve bir başka deyişle de, bunları durduramamış, durdurmamış
ve rapor etmemişti !...
Bu noktada, 1990 yıllar öncesinde ve sırasında yaşananlara önemli bir örnek
oluşturan ve yakından bilinen Waste Management Inc. olayı hakkında birkaç
cümle etmekte yarar görüyoruz. Atık yönetimi faaliyeti gösteren bu Amerikan
şirketi, vergi sonrası karını tam 2,9 milyar dolar yüksek göstermişti!... Hileli
ve uygunsuz muhasebe teknikleri ile bunu başarmıştı... Özetle, amortisman
giderlerini minimuma indirme yolunu bulmuş; sabit değerlerini, kullanım süresine
ilişkin verileri ve hurdaya çıkış değerlerini çok düşük göstererek, bunları
gerçek değerlerinin çok altında rapor etmişti.
1990lı yılların sonundaki mevcut yapı, yani, muhasebe ilkelerini uygulama /
yahut uygulamama (!) atmosferi ve buna ilişkin denetim ortamı, Enron
Olayının zaten bir anlamda habercisi olmuştu !
Zira, GAAP - Genel Kabul
Görmüş Muhasebe İlkelerine uyulmaması aslında o kadar da ciddi sonuçlar
doğurmuyordu !... Yani, bu etik dışılığın, fark edilip edilememesi ile,
yaratabileceği sonuçlar ile, gelebilecek cezalar ile olan ilişkileri o kadar da
ciddiye alınacak bir boyut ve önemde değildi !... İşte tam bu noktada, Enron
Yönetiminin böylece aslında işin temelini keşfettiğini söylemek mümkündür.
Enron yöneticilerinin kendi aralarında kullandıkları o meşhur, inanılacak
biçimde göster özdeyişleri (!) ile oluşan uygulama ilkesi işte böyle doğmuştu
Ancak, Enron ve şirketin yöneticileri için (bir anlamda da Arthur Andersen için)
8 Kasım 2001de deniz bitti; ve gerçek raporlama veya düzeltmelerin yapılması
gereği kaçınılmaz oldu. Muhasebe kayıtlarında, mali sonuçlarda ve tablolarda
saklanan, değiştirilerek gösterilen, uygun biçimde kaydedilmeyen hususlar
nelerdi, kısaca hatırlamakta yarar var:
1.
Şirketin bazı aktif ve pasiflerinin saklanması, bilanço dışı bırakılması,
2. ilgili - ilişkili taraf tanımına giren üçüncü şahıslarla (!) olan faaliyet, ortaklık ve ticari ilişki işlemlerinin saklanması,
3. Yönetim ve denetim zafiyeti ile ortaya çıkan hususların rapor edilmemesi ve örtbas edilmesi,
4. Bazı şirket
varlıklarının ve özkaynak kalemlerine ait değerlerin saklanması, gerçek dışı
değerlerde veya yüksek gösterilmesi.
Bu ana noktaları kısaca ve özetle biraz daha açmakta yarar görmekteyiz:
1.
Enron, kendisine kredi sağlayan bazı mali aracı şirketlere aktiflerinin bir
bölümünü karşılık gösterip, onların kullanımlarına verip ticari iş ilişkisine
girmişti. Bu yolla, varlıklarını transfer etmekle birlikte; aslında borç alıyor
idi
Varlıkları ve borçları açısından risk taşımadığı izlenimi veriyor, borcunu
gizliyor, sadece ticari ilişki, ve nakit yaratma - nakit transfer etme işlemi
gerçekleştiriyor görüntüsü veriyor idi. Ayrıca, kural dışı davranarak, 1997-2001
arasındaki yıllar boyunca bu ilişkiyi konsolide sonuç olarak kayıt altına alıp
göstermiyor idi. Konsolide sonuç vermediği için, sadece kar-zarar etkisini
olumlu olarak gösteriyor; borç bilanço dışı kalıyordu. 2001 yılında, ilgili iki
adet kuruluş ile olan ilişkisini konsolide edince bilanço yapısı ve borç
etkileri ortaya çıktı !...
2. Ortakları arasında yer aldığı ve iştirakleri olan iki kuruluşu ilişkili
taraf olarak göstermeyip ticari ilişkilerinin boyutunu ve değerlerini
kayıtlarında bu kapsamda göstermedi. Aslında bu Şirketler, Enron yöneticilerinin
ortakları arasında olduğu ve kendilerinin yönettiği şirketler idi. 2001 yılında
bu ilişki düzeyinin ve ilgili değerlerin açıklanması ve ilgili mali verilerde
yer alması durumu ortaya çıktı.
3. Enron şirketinin bazı iştiraklerindeki ve limitet ortaklıklarındaki kişisel
paylar ve yönetici payları, Şirket Yönetim Kurulu kararı olmaksızın alınıp
satılmış, el değiştirmişti. Böylece, hem ortaklara ilişkin mali veriler ve
ortaklık kişisel bilgileri saklanmış ve daha da önemlisi, ilgili şirketlerdeki
borçlar / alacaklar da ortaklık payları vasıtası ile transfere tabi tutulmuştu.
Yönetim ve dış - denetim zaafiyeti açısından konu dikkate alınması gereken bir
boyut oluşturmuştu.
4. Enron muhasebe kayıtlarında 1.2 milyar dolar değerinde senetli alacak kaydı
gözükmekte idi. Bunlar aslında, bazı limited ortaklıklardaki ileride sermayeye
dönüştürülecek varlıkların taahhüt edilmesi ile ilgili idi. Ve yine aslında,
bunlar Enron hissesi veya hisse taahhüdü anlamına gelmekteydi. Yani bu
senetlerin alacak senedi olarak değil, sermaye hesabı karşılığı olarak bilançoda
yer alması gerekirdi. Bu husus ancak, 2001 yılı sonunda açıklanıp rapor edildi
ve kayıtlara geçirildi.
5. Dahası; Enron bazı enerji sözleşmeleri düzenleyip, bu alacak senetleri
aracılığı ile borç oluşturuyor (bir anlamda, gelecekte Enron hissesi vermek
üzere), iş ilişkilerine giriyordu. Ancak, sözleşmelerin gerçek değerleri ile
senetler (sermaye taahhüdü) arasında farklar oluşmuştu, gerçek değerlerin
karşılanması ilişkisi yoktu. Bu nedenle, 2001 yılı sonunda, ilişkiler rapor
edilip, gerçek değerlere dönülünce, Enron 1 milyar dolar dolayında zarar
kaydetmek durumunda kaldı.
İşte, tüm bu hususlardan dolayı; Enron, borçlarını az göstermiş, faaliyetlerini
saklamış, iştiraklerindeki ve ilişkili taraf işlemlerinde yer alan
varlıklarını gizlemiş yada değerlerini değiştirmiş bir durumdaydı. Bunların
sonucunda da gerçek değerler ortaya çıkıp gereken raporlama ve düzeltmeler
yapılınca, varlıkların gerçek değeri ile borçların gerçek değeri karşılanamamış,
borçlar karşılıksız kalmış ve dev (!) şirket iflas etmek zorunda kalmıştı.
Şimdi, esas konumuza ve sorumuza dönelim !... Enronun bu trajik hikayesinin öncesinde ve sonrasında neler oldu ?... Muhasebe ve Denetim Mesleğinde neler oldu?... Dersler / Sonuçlar / Gelişmeler...:
Ancak, daha baştan ifade etmekte yarar var: bu hususları ele alırken yine önceki
dönemlerin (1980 ve 1990lar) yapısından yola çıkmak doğru olacaktır. Esasında,
Muhasebe ve Denetim Firmalarının birleşmeleri ve bu süreçten bazı pozitif
etkiler yaratılmış olması bu dönemde hızlanmış idi. Böylece, iddia edilir ki;
1. sinerji olanakları doğmuş,
2. uzmanlık birleşmeleri ve artması yaşanmış,
3. operasyonel verimlilik artmış,
4. faaliyet
etkinliği yükselmiştir
Bir başka bakış açısı ise; bazı olumsuz sonuçlara işaret
etmektedir. Ne yazık ki, bunlara da katılmamak mümkün değil
Bu olumsuz gerçekler veya gelişmeler şu ana başlıklarda toplanabilir:
1. Aslında ilgili şirketlerin sundukları denetim faaliyeti azaldı, müşavirlik hizmeti arttı,
2. Çok az sayıda, büyük firmadan oluşan bir yapı ortaya çıktı,
3. Firmaların, muhasebe-denetim şirketi seçimi olanağı azaldı,
4. Hizmet bedelleri (fee) yükseldi,
5. Rekabet olanağı azaldı,
6. Düzenleyici kuruluşların, kamunun, devletin, yasal uygulamaların gücü kısıtlı kalmaya başladı,
7. Lider kuruluşların ortak ve yöneticileri ortaya bir takım ilkeler / esaslar / yönlendirmeler (!) çıkardılar,
8. Bunlar; firmalar için, meslek için, kamu için, geçerlidir / iyidir / doğrudur diye sunuldular,
9. Bu sunulan hususlar, muhasebe ilkeleri ve teorisi adı altında daha da geliştirildi,
10. Ancak
günümüzde, asıl hususun bir hizmet pazarlama ve bir hizmet satışı yeteneği
sergilenmesi olduğu anlaşıldı
.
İşte özellikle, bu son noktadan hareketle, başta 4 büyüklerin olmak üzere, sektörün bir kendini değerlendirme noktasına vardığını da söylemek gerekir. Bunu söylemek aslında şunu söylemek ve sormak ile eş anlamlıdır!...
1. Muhasebe ve Denetimin gerçek önceliği nedir ?
2. Firmaların
kamu yararına sorumluluğu nedir ?
Yeniden hatırlayalım: Enrondan önce ele alınan kritik nitelikteki soru ve
kaygılar şunlar idi :
-
Stratejik yön ne olmalı ?
- Karda odaklanmak mı ?
- Muhasebe ve Denetimin etkinliği ?
- CPA (İngilizce olarak: Certified Public Accountant) yavaş yavaş (veya
hızlıca !) bir eğilim gösterek, CPA (Certified Public Adviser) olmaya mı
başladı ? (Yani Türkçesi: YMM veya Serbest Muhasebecilik, sadece Danışmanlık
tanımına mı geçti ?)
Dolayısıyla, 1990lardaki (özellikle ABDde ve yayılan etkilenmeler ile Dünya
genelinde) sektördeki hakim eğilim, denetlenilen firmanın ve yönetiminin
çıkarlarına, onun karlarına, yani arzularına odaklanmak idi. Böylece, tüketici
veya müşteri denetlenen firmadır, görüşü ortaya çıktı. Başka bir deyişle, kamu
çıkarları, yatırımcıların ve / veya kreditörlerin durumu sanki dikkate
alınmazmış, gerekmezmiş gibi bir sonuç ortaya çıktı. Bu arada, denetimin
bağımsızlığı ve denetçinin bağımsızlığı hususları da yeteri kadar
ele alındı ve sorgulandı mı, sormak gerekir doğrusu !
Enron öncesi yaşanan bu bağımsızlık - bağımlılık ikilemi yapısına, sektörden
bir olay ile, kısaca farklı bir boyutta örnek verelim: ABDde, KPMG Peat Marvick
muhasebe ve denetim şirketi, yatırım bankacılığı yapmak üzere, KPMG BayMarkı
kurmuştu. KPMG, Porta şirketini denetleyen şirket idi. Ancak, BayMark ile Porta
arasında da iş ilişkisi vardı. Ayrıca, BayMark, Portanın başkanına kredi
vermişti. 1997 yılında gerçekleşen SEC (ABDde Securities And Exchange
Commission) itirazı üzerine, varılan kararlar sonrası, BayMark kapatıldı.
Yine Enron öncesi, sektörde şu niteliklerin öne çıktığını vurgulamak mümkündür:
1. Denetim firmasının ve denetçinin eksik performansı yahut hatası herhangi bir sorun oluşturmuyordu, yasal sorumluluk getirmiyordu.
2. Dolayısıyla, denetim faaliyetinin öneminin azalması, çabuk ve daha az maliyetli yapılması geçerli olmaya başladı,
3. Esas olanın, müşavirlik gelirlerinin artması olduğu görüşü önemli ve hakim unsur olmaya başladı,
4. Denetim faaliyeti zarar getiren faaliyet olarak algılanmaya başladı,
5. Böylece, bu iki faaliyet (denetim ve müşavirlik) arasında bir çeşit denge kurma çabası yoğunlaştı, müşavirlik geliri artması ile denetim hizmeti zararı karşılanması yaklaşımına başvuruldu,
6. Bu son değindiğimiz çaba ise, beraberinde denetim maliyetlerinin kısılması gereğini ve olgusunu getirdi,
7. Ucuz ve deneyimsiz eleman kullanımı, denetim kalitesinin düşmesi, yetersiz sayıda ve nitelikte örnekleme metodu ile çalışılması gündeme geldi,
8. Mekanik bir denetim yapısı, sadece analitik olduğu iddia edilen bir denetim tekniği ve süreci geliştirildi,
9. Ortaya herhangi bir uyarı ve / veya ayrıntı gerekliliği çıkarsa, o zaman denetimi derinleştirmeye başvurma anlayışı hakim bir uygulama oldu,
10. Ancak,
böyle bir uyarı gelme, sinyal keşfi, ayrıntı gereği ortaya çıkmazsa, neler
olacağı yanıtsız kaldı !
İddia edilebilir ki; işte tam bu noktada, Şirket yöneticilerinin ve özellikle Finans Yöneticilerinin nasıl davrandığına, nasıl tavır aldıklarına eleştirel bir bakış getirmek faydalı olacaktır. Çok basit bir uygulama başladı elbette Yani, sinyal vermeyen, uyarı yakalamaya uygun olmayan, yanıltıcı nitelikte (aynı zamanda yasal gibi gözüken) kayıtlar ve finansal raporlar üretimi Sonuçta 2000li yıllar başladı, Enronda olduğu gibi, yönetim zafiyeti / hilesinin ve Arthur Andersende olduğu gibi bir denetim yetersizliği / önemsemezliğinin var olduğu ortaya çıktı. Bunlar da, tüm sektörü, geleceği, bugün varılan kuramsal ve uygulamalı (!) yapıyı etkiledi. Aslında, bu olgu, herkesin, her şirketin başına gelebilirdi (Enron ve Arthur Andersen tarafından yaşandığı gibi). Belki onlarcası daha geldi ve sonuçları yaşandı bile, ama Enron olayı, derslerin çıkarılmasında en önemli tarih ve dönüm noktası oldu.
Enron kendi sonunu hazırlamıştı; Arthur Andersen belki Enrondaki gelişmeleri ve
oluşumları biliyordu; ancak, yeterli denetimi esirgemiş, belge oluşturma
sürecini ihmal etmiş; GAAPı yani, muhasebe standartlarını - ilkelerini izleme
gereğini göz ardı etmiş, kendi görev ve sorumluluğu olan denetim raporunu
uygun hazırlamamış yahut özellikle hazırlamamıştı !... O da sonunda,
ortaklarının ve denetçilerinin meslekten ihracı ile ve firmasının erimesi ile
karşılaştı
Görüldüğü üzere, Enron Olayı şu ana noktalar etrafında oluşmuş durumda:
1. Ortada şirket yöneticilerine ve ortaklarına dayalı bir yolsuzluk vardır,
2. Bu olgu aslında, yöneticilere tanınan mali haklar ve kişisel çıkarlar ile buna dayanak teşkil eden ücret, ikramiye, ortaklık hakkı ve benzeri hususların etik ve kural dışı kullanımı arasındaki ilişki ve ikilemden doğmaktadır,
3. Denetim firmasının ve denetçinin kendisini müşavir gibi görmesi, müşavirlik gelirini artırma güdüsü ile hareket etmesi, kendinde nöbetçi olma sorumluluğu görmemesi,
4. Yasal ve cezai boyutların Şirketin ve Denetçinin bu tavrına engel ve korku teşkil etmemesi;
5. Yatırımcıların, kreditörlerin kurumsal ve kişisel risk alıp, Enrondaki verilere itiraz etmeye yönelik tavır ve irade sergilememiş olmaları,
6. Çünkü, eğer
bu tavır içinde olurlarsa, kendi işlerini, kurumlarının gelirlerini
kaybedebilirlerdi; herkesin gözdesi dev (!) Enron şirketi başka yatırımcılar
ile, kreditörler ile, mali aracı kuruluşlar vs. ile çalışmaya yönelirdi (sürüden
ayrılıp, Enronun gerçeklerini görmenin ne anlamı ve alemi vardi ?).
Üzerinden 10 yıl geçtikten sonra bile, ABDde ve ülkemiz dahil Dünyanın çok
yerinde sorulan şu sorular hala gündemde
Aşağıda belirteceğimiz, bu soru ve
ilgili gerçekler yerinde işlese idi, acaba Enron Olayı yaşanır mıydı ?...
-
Kamunun, şirket yöneticilerine ve ortaklarına yönelik denetim sistemi / cezai
yaptırımları / uygulamaları ne ölçüde olmalı ve geçerli kılınmalı ?
- Şirket ceza alabilir ve yaptırımla karşılaşabilir ama, ortaklar ve yöneticiler
?
- Doğru kayıtların ve etik uygulamaların izlenmemesi, doğru ve şeffaf verilerin
ve finansal raporların açıklanmaması hangi yaptırım ve cezalara tabidir ?
- Eğer bu sistemler kararlı ve adil biçimde oluşturulur ve işletilirse,
yöneticilerin / ortakların cesaretleri kırılmaz mı ?
- Aynı şekilde, yukarıdaki hususların varlığı, denetçi şüphesini, sorumluluğunu
ve gücünü olumlu biçimde attırmaz mı ?
Bu soruların olumlu yanıtlarının, Enron Olaylarının yaşanmasını geçmişte de,
şimdi de, gelecekte de büyük ölçüde önleyebileceğine inanmamız gerekir.
Bir yandan, Enron sonrası, 2002 yılında ABDde çıkarılan ve sektörümüzde son 10
yıllık tüm yasal ve yönetimsel düzenlemelere yön veren SOX Yasasının
getirdiklerini ve etkilerini biliyoruz. Öte yandan, neredeyse bu gelişmeler
paralelinde ilhamını almış ve oluşumunu yaşamış yeni Türk Ticaret Kanunumuzun
güçlü yapısına ve getireceği uygulamalara inancımızı muhafaza etmek istiyoruz.
Bu bağlamda, tekrar etmek gerekir ki; çıkış yolu şu ana noktalardadır:
-
Yolsuzluk, skandal, etik-dışı, kamu zararına gibi tanımlamalar ile
belirteceğimiz tüm olumsuz mali olgular, ancak bunların olma olasılığına,
sıklığına imkan verebilecek etkenleri azaltmakla / yok etmekle önlenebilir.
- Bu etkenleri ortadan kaldırmak ise, cesaret kırıcı mekanizmaları (hem kamu
düzenini düzenleyiciler safında, hem şirketler safında, hem de denetçiler
safında) oluşturmaktan geçer.
- Açıklıkla ve yürekli ifade edelim ki; bu da, eğer tabir uygunsa, yakalanma
olasılığını arttırmaktan; yakalanınca verilecek - alınacak cezayı
arttırmaktan geçer.
- Doğal olarak bunlar kolay değildir ve tam (%100) olarak uygulanıp sonuç
alınması ne ölçüde başarılabilir hususu her zaman tartışılabilir. Ama yeter ki,
toplum - kamu, düzenleyici otoriteler, mesleğin kendisi, şirketler, yöneticiler,
ortaklar, velhasıl herkes tek tek ve birlikte buna hazır olsun ve gereğini bir
an önce hissetsin, uygulamaya razı olsun !... Hepimizin birlikte kazanması ve de
hepimizin birlikte kaybetmemesi için
Yazımızı, başta güzel bir deyişine yer verdiğimiz sıra dışı şair ve filozofun
bir başka çarpıcı deyişi ile noktalayalım: Savaşın sonunu sadece ölüler
görmüşlerdir.
Tarihi tekrara bırakmayan ve ders çıkarıp uygulamaya geçeceğimiz nice güzel mali günlere ulaşma dileğiyle
Sevgiyle, Sevecenlikle kalın...
Tuncay AKOĞLU
Haziran 2012